Giriş;
“Aquired Immune Deficiency Syndrome” (AIDS), ilk olarak daha önce bilinen herhangi bir
hastalığı olmayan bir grup eşcinsel erkekte 1981 yılında Amerika Birleşik Devletleri
(ABD)’nde tanımlanmıştır. Bu hastalığın etkeninin bir virus olduğu 1983-1984 yılında
saptanmıştır. Bu virus temel olarak CD4+ T lenfositi (kısaca CD4 hücresi) denen hücreleri
yok ederek bağışıklık sistemini baskılamaktadır.
AIDS NASIL BİR HASTALIKTIR?
AIDS, “Acquired Immune Deficiency Syndrome” (Kazanılmış Bağışıklık Yetersizliği
Sendromu)’un kısaltmasıdır. AIDS, HIV olarak kısaltılan “Human Immunodeficiency
Virus” (İnsan Bağışıklık Yetersizliği Virusu) virusun neden olduğu bir hastalıktır. Hastalık,
HIV/AIDS kısaltması kullanılarak da gösterilmektedir. HIV’in vücudun bağışıklık sistemini
zayıflatması sonucunda ağır infeksiyonlar ve kanserler ortaya çıkabilir.

HIV NASIL BULAŞIR?
HIV’i taşıyan (HIV-pozitif, HIV ile infekte) bireylerin vücut sıvılarının, bu virusu taşımayan
bireylerin vücuduna girmesiyle, HIV insandan insana bulaşmaktadır. Virus, HIV-pozitif
bireylerin kan, sperm, vagina salgısı ve anne sütünde bulunur. HIV, virus taşımayan bir
kişinin vücuduna, damar yoluyla (virusla kirlenmiş bir şırınganın damara girmesi, ortak
şırıngayla damar içi uyuşturucu madde kullanımı vb.), anüs, rektum, vagina, penis, ağız, göz
ve burun gibi organların mukozalarından ya da derideki kesik ve çatlaklardan girebilir.
HIV’in Bulaştığı Durumlar
• Cinsel ilişki,
• Kan bulaşması,
• Anneden bebeğe bulaşma,
• İnfekte organ ve doku nakli yoluyla olur.
* Bulaşma yolarını tek tek inceleyelim:
Cinsel ilişkiyle bulaşma: Tüm HIV bulaşmalarının % 80-85’i korunmasız cinsel ilişki
yoluyla olmaktadır. Virus, HIV-pozitif erkeğin sperminde, kadının ise vagina salgısında
bulunur ve cinsel ilişki sırasında bütünlüğü bozulmuş vagina, penis, anüs veya ağız
mukozalarından vücuda girer. Korunmasız cinsel ilişkisi olan bireyler arasında (erkekten
kadına, kadından erkeğe, erkekten erkeğe veya kadından kadına) bulaşabilir. HIV-pozitif bir
kişiyle korunmasız olarak girilen tek bir cinsel ilişki bile bulaşma riski taşır. Korunmasız
cinsel ilişki sayısı arttıkça bulaşma riski de artar.

Kan yoluyla bulaşma: Virus, HIV-pozitif bireylerin kanında bulunur. Virus taşıyan kan ve
pıhtılaşma faktörlerinin nakliyle sağlıklı bireylere bulaşır. Ülkemizde 1987 yılından beri tüm
kan bağışçıları HIV açısından taranmaktadır. Bu nedenle kan ve kan ürünleriyle bulaşma
oldukça nadirdir. Kan yoluyla bulaşma, daha çok infekte hastaların kanıyla kirlenmiş aletlerle
yaralanma veya infekte kanın deri veya mukozalarla teması sonucunda; özellikle de sağlık
çalışanları için söz konusu olmaktadır.
* Virusu taşıyan bir bireyde kullanılmış ve sterilize edilmeden bir başka kişide yeniden
kullanılan şırınga, iğne, cerrahi aletler, diş hekimliğinde kullanılan aletler, dövme, “piercing”
ve akupunktür gereçleri aracılığıyla bulaşma olabilir. Ortaklaşa kullanılan jilet, makas ve
tırnak makası gibi kesici ve delici aletler de kişiden kişiye bulaşmaya aracılık edebilir.
* HIV-pozitif erkek ve kadının cinsel organlarındaki kanamaların veya âdet kanının penise,
vaginaya veya ağza temas etmesiyle de bulaşma olabilir.
* Damar içi madde bağımlılarınca kullanılan şırınga ve iğnelerin veya uyuşturucu madde
eritilen kaşıkların paylaşılması da bulaşmaya neden olmaktadır.
* Anneden bebeğine bulaşma: HIV-pozitif olan bir anne, virusu bebeğine gebelik sürecinde,
doğum veya emzirme sırasında bulaştırabilir.
HIV’nin Bulaşmadığı Durumlar
HIV, günlük yaşamda, virusu taşıyan bireylerle aynı odada bulunmakla, aynı okulda
okumakla, aynı havayı solumakla bulaşmaz ve sağlam deriden geçmez. Sağlam ve sağlıklı
deri, HIV için mükemmel bir engeldir.
Aşağıdakiler HIV bulaşmasına neden olmaz:
• Aksırık, öksürük
• Tükürük, gözyaşı, ter, idrar, dışkı gibi vücut çıkartıları
• Tokalaşma, el ele tutuşma, sarılma, deriye dokunma, okşama, kucaklama, öpme
• Aynı kaptan yemek yeme, aynı bardaktan içecek tüketme, ortak çatal, kaşık,
bardak, tabak, telefon kullanma
• Aynı tuvaleti, duş ve musluğu kullanma
• Aynı yüzme havuzunda yüzmek, deniz, sauna, hamam gibi ortak alanları
kullanma ve ortak kullanılan havlu
• Sivrisinek ve benzeri böcek sokması
HIV'E ENFEKTE OLAN BİREY NASIL SEMPTOM GÖSTERİR
HIV bulaşması sonrasında yıllarca hiçbir belirti görülmeyebilir. Virusun vücuda giriş şekli
hastalığın ilerlemesinin hızında değişikliğe neden olabilir. Örneğin, kişiye kan yoluyla virus
bulaştıysa ve o kandaki mikrobun sayısı yüksekse, belirtilerin ortaya çıktığı AIDS dönemi
daha erken başlayabilir. Bunun dışında cinsel ilişkiyle bulaşma olması, bulaştıran kişinin
vücudundaki hastalığın durumu, mikrobun sayısı ve cinsel ilişki sırasında herhangi bir
kanamanın olmasıyla yakından ilişkilidir. Virus, vücuda girdikten sonra çoğalmaya başlar.
Aylar ve yıllarca çoğalma farklı hızlarda devam eder ve bunun sonucunda da birtakım
belirtiler ortaya çıkmaya başlar. Bu belirtiler çok belirgin olmayabilir ve kişinin günlük
yaşamını etkilemez. Aralıklı olan ishaller, ağızda beyaz plaklar, halsizlik, sık hasta olma,
bunlar arasında sayılabilir. Hastalığın ilerlemesi sonucunda hızlı ve istem dışı kilo kaybetme,
halsizlik, uzun süren ve tekrarlayan ateş, gece terlemesi, uzun süren ishal, ağız içinde beyaz
nokta veya plakların oluşması, zatürre görülmesi ve uzun sürmesi, vücudun değişik yerlerinde
kırmızı, pembe veya mor lekeler çıkması, unutkanlık gibi belirtiler ortaya çıkabilir.
HIV’in saptanmasında erken başvuru önemlidir. Çünkü hem kişinin hastalığı ilerlemeden
uygun tedavinin başlanması hem de kişinin hastalığı diğer kişilere bulaştırmasının
önlenmesini sağlar. Bu nedenle özellikle bazı durumlarda HIV testi yapılması gerekmektedir.
HIV Testi Yapılması Gereken Durumlar
• Korunmasız cinsel ilişki
• Damar içi ilaç bağımlılığı ve ortak şırınga kullanımı
• HIV-pozitif kişinin cinsel partneri olmak
• HIV’in görülme oranı yüksek olan ülkeden olmak
• HIV’in yüksek oranda görüldüğü bölgelere seyahat etmiş ya da orada yaşamış olmak
• Temas öyküsü
• Gebeler (en erken dönemde)
• Cinsel saldırıya maruz kalma
• Evlilik öncesi (gönüllülük esasına dayanmalı)
• Tüberküloz, cinsel yolla bulaşan infeksiyon tanısı konmuş kişiler
• Kişinin isteği
AIDS BELİRTİSİNE GÖRSEL;

HIV HANGİ ORGANLARDA HASTALIK YAPAR?
HIV’in bağışıklık sisteminde oluşturduğu yıkım nedeniyle, bu virusla infekte olmuş kişilerde
fırsatçı infeksiyonlar ve kanserler ortaya çıkmaktadır. Tedavi edilmemiş HIV infeksiyonu üç
evrede seyreder ve 2-15 yılda son evre olan AIDS dönemine ilerler.
Birincil HIV infeksiyonu (akut infeksiyon): Virus, vücuda girdikten 2-4 hafta sonra, ateş,
boğaz ağrısı, baş ağrısı, lenf düğümlerinde büyüme, döküntü, bulantı, kusma, ishal, kas ve
eklem ağrısı gibi grip benzeri yakınmalar oluşturabileceği gibi, hastaların bir bölümünde bu
dönem, hiçbir belirti olmadan da geçirilebilir. Birkaç hafta sürebilen bu dönemde standard
tarama testleriyle tanı koymak mümkün olmayabilir. Hastanın en bulaştırıcı olduğu dönem,
akut infeksiyon dönemidir.
Sessiz (belirtisiz) dönem: Akut infeksiyon dönemi geçtikten sonra, virus vücutta hiçbir
yakınmaya neden olmadan ortalama 8-10 yıl kadar taşınabilir. Lenf düğümlerinde büyümeler
bu evrede fark edilebilir. Bu süre içinde kişinin bulaştırıcılığı sürer. Belirtisiz dönem birkaç
yıl kadar kısa veya 10 yıldan çok daha uzun sürebilir.
İleri dönem (AIDS): HIV infeksiyonunun en ileri evresine AIDS denilmektedir. Virus,
vücudun bağışıklık sistemini giderek daha fazla zayıflattığından, bu döneme kadar hiçbir
tedavi görmemiş hastalar, bu dönemde infeksiyonlara ve kanserlere karşı tüm dirençlerini
yitirirler. HIV’in hem kendisi hem de zemin hazırladığı fırsatçı infeksiyonlar ve kanserler
birçok organı birden etkilemektedir.
Klinik Bulgular
1. Deri bulguları
Deri hastalıkları HIV infeksiyonunda sık karşılaşılmaktadır. AIDS tablosu geliştiğinde ise
deride fırsatçı infeksiyonlar ve Kaposi sarkomu görülebilir. İlaçlara veya güneşe duyarlılık
gibi aşırı duyarlılık reaksiyonları gelişebilir.
2. Ağız içi bulguları
HIV infeksiyonunun seyri sırasında ağız içinde pek çok lezyon ortaya çıkabilir. En sık
karşılaşılan pamukçuk diye de bilinen mantar infeksiyonudur. Yutma güçlüğü ve tat alma
duyusunda bozukluğa neden olur. Ağız içinde dişeti iltihapları, yineleyen yaralar ve kanser
lezyonları ortaya çıkabilir.
3. Gastrointestinal sistem tutulumu
A) Yemek borusu hastalıkları: AIDS hastalarındaki en sık yakınma yutma güçlüğüdür.
Bunun en sık nedeni, yemek borusunun mantar infeksiyonudur. Daha az olarak viruslar da
bu klinik tabloya neden olabilir.
B) Mide ve barsak bozuklukları: Bulantı, kusma ve karın ağrısı en sık karşılaşılan
yakınmalardır. İshal, AIDS hastalarının yarısından fazlasında, hastalığın seyri sırasında
herhangi bir zamanda ortaya çıkabilmektedir
C) Karaciğer tutulumu: Ortak bulaşma yolları nedeniyle bu hastalarda hepatit
viruslarıyla infeksiyon oranları HIV-negatif kişilere göre daha yüksektir. Bağışıklık
sistemindeki yetersizlik nedeniyle de bu virusların yol açtığı kronik karaciğer hastalığı,
siroz ve karaciğer kanserleri de daha fazla görülür. Karaciğeri, bazı fırsatçı infeksiyon
veya kanserler de tutabilmektedir.
4. Solunum sistemi hastalıkları
HIV infeksiyonun seyri sırasında, bakteriler, Pneumocystis jirovecii (PCP etkeni) ve
Mycobacterium tuberculosis (verem etkeni) gibi fırsatçı mikroplarla gelişen zatürre sık
görülür. Kaposi sarkomu gibi bazı kanserler akciğerleri de tutabilir.
5. Kalp tutulumu
HIV infeksiyonun seyri sırasında en sık karşılaşılan kalp sorunları kalp zarlarında görülen
iltihabi değişikliklerdir. Hipertansiyon, koroner damar hastalıkları ve kalp yetmezliğine
neden olan kalp kası hastalıkları da bu hasta grubunda daha fazla görülür.
6. Kan ve kemik iliği hastalıkları
Anemi (kansızlık), AIDS hastalarındaki en sık kan hastalığıdır. Hastalığın kendine bağlı
olarak görülebileceği gibi mide ve barsak sisteminden kan kaybı nedeniyle de
görülebilir. Hastalığın ilerlemesiyle akyuvarlar ve kan pulcuklarında da azalma görülür.
7. Sinir sistemi hastalıkları
HIV, sinir sisteminde değişik klinik tablolara neden olabilen bir virustur. AIDS döneminde
beyinde hastalığa neden olabilecek çok çeşitli mikroplar vardır ve bunlar farklı bulgu ve
yakınmalara neden olabilirler. Örneğin sitomegalovirus, gözün retina tabakasında da
infeksiyona neden olabilmektedir. İleri evrede HIV’in doğrudan doğruya kendisi de
düşünme, hareket ve davranışa ilişkin bozukluklarla seyreden bir bunama tablosuna yol
açabilir. Sinirlerde duyu bozukluklarına bağlı olarak bacaklarda yanma ve ağrı gibi
yakınmalar ortaya çıkar.
8. Böbrek hastalıkları
Böbrek hasarı, HIV infeksiyonunun en sık görülen olumsuz sonuçlarından biridir. Bu
hasar, doğrudan HIV’in kendisinin etkisi, yaşlanma, diyabet, hipertansiyon ve HIV
tedavisinde kullanılan ilaçların yan etkileri gibi çeşitli nedenlerle oluşmaktadır.
9. Metabolik hastalıklar
Hem HIV’in kendisi hem de tedavisinde kullanılan bazı ilaçların yan etkileri nedeniyle bu
hastalarda kemik erimesi, kalp ve damar hastalıkları, hipertansiyon, kan lipid (yağ)
düzeylerinde yükselme, vücut yağ dağılımında değişme, insülin direnci ve diyabet daha
fazla görülmektedir.
10.Kas ve iskelet sistemi
HIV/AIDS hastalarında eklem ağrıları görülebilir. Kas tutulumuyla seyreden çeşitli
hastalıklar ortaya çıkabilir.

AIDS TEDAVİSİ VARMIDIR?
* Tedavide kullanılan ilk ilaç olan zidovudin 1987 yılında onay alarak klinik kullanıma
girmiştir. Hastalığın belirlenmesinden ilk ilaç kullanımına kadar geçen sürede Dünya Sağlık
Örgütü’ne üçte ikisi ABD’den olmak üzere bildirilen toplam hasta sayısı 71 bin
dolaylarındaydı. Yaklaşık olarak 5-10 milyon kişiye HIV infeksiyonunun bulaştığı tahmin
edilmekteydi.
* HIV infeksiyonunun tedavisi, 1995 yılında proteaz inhibitörleri (PI) olarak bilinen ilaçların
klinik kullanıma girmesiyle yeni bir boyut kazanmıştır. Bu tarihten sonra HIV tedavisinde
yüksek etkili antiretroviral tedavi (kısaca HAART) olarak adlandırılan tedaviyle HIV
infeksiyonunun tedavisinde önemli başarılar elde edilmeye başlanmıştır. HIV/AIDS
tedavisinin temel amacı, vücuttaki virusun çoğalmasını engelleyerek bağışıklık sisteminin
işlevinde oldukça büyük bir öneme sahip olan CD4 hücre sayısının azalmasının önüne
geçmektir. Bu tedavi rejimi HIV’e etkili olan en az üç değişik ilacı kapsamaktadır.
* Günümüzde kullanılan ilaç grupları nükleozid/nükleotid analoğu revers transkriptaz enzim
inhibitörleri (NRTI), non-nükleozid/nükleotid analoğu revers transkriptaz enzim inhibitörleri
(NNRTI), PI, integraz inhibitörleri (INSTI) ve giriş inhibitörleri (EI) olmak üzere 5 ana
gruptur. Tedavi rejimi, omurga tedavisi olarak bilinen NRTI ilaç grubundan 2 ilaçla diğer
grupların herhangi birisinden bir ilacın kombinasyonundan oluşur. Bu ilaçların tamamına
yakını tablet şeklinde olup ağız yoluyla alınmaktadır. Günümüzde 2 NRTI ilaç tek bir tablette
birleştirilerek verilebilmektedir. Bu omurga tedavisinin yanına diğer ilaç gruplarından
(NNRTI, PI veya INSTI) bir ilaç daha eklenir ve hasta en az üç farklı ilaç alır. Son yıllarda
bu üç ilacın tek tablette birleştirildiği tedavi rejimleri de geliştirilmiştir.
* Tedavide kullanılacak ilaç seçimini belirleyen en önemli faktör, virusun ilaçlara karşı direnç
durumudur. Bunun yanı sıra hastaların eşlik eden hastalıkları (örneğin kalp ve damar, böbrek,
sinir sistemi hastalıkları ve diyabet gibi), çalışma koşulları, ilaç kullanım alışkanlıkları gibi
faktörler de göz önünde tutularak ilaç seçimi yapılır. Uygun tedavi rejimi seçildikten sonra
tedavi başarısını etkileyen en önemli öğe, hastaların tedaviye uyumudur. HIV/AIDS
tedavisinde ilaçların uygun zamanda ve uygun koşullarda alınması çok önemlidir. Daha önce
belirlenen tedavi saatlerine çok sıkı bir şekilde uyulması gerekmektedir. Bu gelişmelere karşın
tedavi almayan önemli sayıda hastanın olması, hastalığın toplum içersinde yayılmasına katkı
sağlamaktadır.
* Sonuç olarak, HIV/AIDS, günümüzdeki tedavi rejimleriyle ilaçlarını düzenli olarak kullanan
hastalarda büyük ölçüde kontrol altına alınabilmektedir. Tedavi hiç kesilmeden ömür boyu
sürmektedir. Tedavi sırasında gelişebilecek yan etkiler ve tedavi başarısızlıkları düzenli
kontroller sırasında fark edilerek gerekli müdahalelerle düzeltilebilmektedir. Düzenli ilaç
kullanan hastaların ortalama yaşam süresi beklentisi, sağlıklı bireylerin yaşam süresi
beklentisine yaklaşmıştır. Bu nedenle HIV/AIDS hastalarının tedavine mümkün olduğunca
erken başlanması gerekmektedir.
